Araştırmalar, kalıtımın psikiyatrik bozuklukların gelişimine önemli ölçüde katkıda bulunduğunu göstermektedir.
Bu katkı kimi hastalıklarda %40 ila %80’e kadar ulaşabilmektedir.
Ancak yine de kalıtsal geçiş tek başına herhangi bir psikiyatrik bozukluğun ortaya çıkmasını açıklamak için yeterli gibi görünmemektedir.
Bu konudaki çalışmalar, çevresel faktörler gibi genetik olmayan faktörlerin genlerimizin işleyişini etkileyerek yüzdenin geri kalanını tamamladığını göstermektedir.
Çocukluk çağı deneyim ve travmaları, düşük sosyoekonomik düzey, her yaşta karşılaşılan stres, hatta beslenme şeklimiz gibi birçok faktör bunlar arasında sayılabilir.
Görünüşe göre genetik olmayan faktörler gen fonksiyonunu modüle ederek normal işlevini sürdüren bir genin işlevini kaybetmesine ya da aksine normalde hücrede kullanılmayan bir genin aktif hale gelip protein üretmeye başlamasına neden oluyor.
Peki ama tüm bunlar nasıl oluyor?
Nasıl oluyor da kahvaltıda ne yediğimiz genlerimizin işleyişini değiştirebiliyor?
Gen ekspresyonunu kontrol eden moleküler mekanizmalar neler?
Araştırmacılar, genetik ve çevresel faktörler arasındaki bu etkileşimin epigenetik mekanizmalarla açıklanabileceğini öne sürmektedir.
Epigenetik Mekanizmalar
Epigenetik mekanizmalar, DNA dizisinin kendisinde bir değişiklik olmaksızın gen işlevinde değişikliklere neden olan kimyasal değişikliklerdir.
DNA’ya metil grubu (−CH3) eklenmesi, histon proteinlerine asetil grubu (−COCH₃) eklenmesi, miRNA’ların translasyona müdahalesi hücrede meydana gelebilecek binlerce epigenetik mekanizmadan yalnızca birkaç tanesidir.
Bu değişiklikler genellikle DNA’da, histon proteinlerinde veya non-coding RNA’larla (hücrede protein üretmek dışında başka görevleri olan RNA’lar) meydana gelir.
Bu küçük düzenlemeler sayesinde, hücrede transkripsiyon ve translasyona müdahale edilirerek gen regülasyonu sağlanır.
Bu moleküler değişiklikler ayrıca sonraki nesillere aktarılabilir.
Ama daha da önemlisi,
Mutasyonlar gibi genetik değişikliklerin aksine, epigenetik mekanizmalar tersine çevrilebilir.
Psikopatolojide Epigenetik Mekanizmalar
Şimdiye kadar, çeşitli psikiyatrik bozukluklar, hem hayvan hem de insan çalışmalarında epigenetik değişikliklerle ilişkilendirilmiştir.
Örneğin, birçok çalışmada glukokortikoid reseptör (GR) geni NR3C1’in artan metilasyonunun olumsuz yaşam olayları ve psikopatoloji ile ilişkili olduğu bulunmuştur. 2017 yılında yapılan bir araştırmaya göre, glukokortikoid reseptör geninin metilasyonunun çocuklukta kötü muameleyi öngördüğü bulunmuştur.
Glukokortikoid reseptör geninin metilasyona uğraması ekspresyonunu azaltır. Ekspresyonun azalması hücre zarında daha az glukokortikoid reseptörü ile sonuçlanır ve bu da yetersiz stres tepkisine yol açar. Sonuç olarak, birey strese bağlı bozukluklara karşı daha duyarlı hale gelir.
Psikoterapide Epigenetik Mekanizmalar
İyi haber şu ki, araştırmalar bu tür epigenetik değişikliklerin tedavi ile tersine çevrilebildiğini göstermektedir.
Travma sonrası stres bozukluğu olan hastalarla yapılan 2013 tarihli bir çalışmada, FKBP5 gen metilasyonunun 12 haftalık maruz bırakma terapisinden sonra tedaviye yanıt veren bireylerde azaldığı gösterildi. Daha da önemlisi, tedaviye yanıt vermeyen hastalarda metilasyon arttı.
Bu genin proteini, glukokortikoid reseptörünün bir yardımcı şaperonu olarak işlev görür ve bu nedenle reseptörün normal işlevini sürdürmesi için gereklidir. Bu genin promotörü hipermetilasyona uğradığında, hücrede glukokortikoid reseptörünü düzenlemek için yeterli protein bulunamaz, bu da yetersiz stres tepkisine neden olur. Bu çalışmanın sonucuna göre, psikoterapi bu epigenetik değişimi tersine çevirmeye yardımcı olmaktadır.
İyi haber!
Psikiyatrik bozuklukların patogenezinde pek çok gen ve dolayısıyla protein rol üstlenmektedir. Bunca molekülün tahmin edilemez şekilde değişime uğrayabileceği ve dolayısıyla işlevini bir anda öylece yitirebileceği gerçeği korkutucu olsa da bu durum patolojiden korunma ve tedavi açısından bir avantaj olarak değerlendirilebilir.
Bu bize, gen regülasyonu ile ilişkili değişimlerin dinamik olduğu dolayısıyla yaşam olayları sonucunda bir patoloji gelişebiliyorsa, bunun müdahale ile tersine çevrilebileceğini söyler.
Bu müdahaleler psikofarmakolojik ya da psikoterapötik olabildiği gibi baş etme becerileri kazanma ya da sosyal destek alma şeklinde de olabilir .
Hatta literatürde , s-adenosilmetiyonin (SAMe) ve l-metilfolat gibi bazı takviyelerin bazı psikiyatrik bozukluklarda güçlendirici ajan olarak kullanılabileceği önerilmiştir. Bu ajanların metil donörü olarak görev alarak epigenomu değiştirme potansiyeline sahip olduğu iddia edilmektedir
Tüm bunların gelecekte epigenetik mekanizmaları doğrudan ve daha etkili bir şekilde değiştirebilen histon deasetilaz (HDAC) veya DNA metiltransferaz (DNMT) inhibitörleri gibi ilaçların geliştirilmesine ve kullanılmasını sağlayacağı düşünülmektedir.
Okuduğunuz için teşekkürler.
Ayşegül Karadeniz
Referanslar
Parent, J., Parade, S. H., Laumann, L. E., Ridout, K. K., Yang, B. Z., Marsit, C. J., … Tyrka, A. R. (2017). Dynamic stress-related epigenetic regulation of the glucocorticoid receptor gene promoter during early development: The role of child maltreatment. Development and Psychopathology, 29, 1635–1648.
Peedicayil, J. (2012). Role of epigenetics in pharmacotherapy, psychotherapy and nutritional management of mental disorders. Journal of Clinical Pharmacy and Therapeutics, 37, 499–501.
Yehuda, R., Daskalakis, N. P., Desarnaud, F., Makotkine, I., Lehrner, A. L., Koch, E., … Bierer, L. M. (2013). Epigenetic biomarkers as predictors and correlates of symptom improvement following psychotherapy in combat veterans with PTSD. Frontiers in Psychiatry, 4, 118.